İhtiyacımız Olan Paradigma Değişimi
“Zamanın ilim merkezi olan medreseler (kiliselerin ve derebeylerin aksine) dinî bilgilerin yanında felsefe, mantık, matematik ve astronomi konusunda verdiği derslerle bugünkü bilim insanlığı seviyesini bile aşmış bilginler yetiştirmiştir… “
Bir ülkenin özellikle aydınları ne kadar başka ülkelerin kültür, örf ve adetleri ile oldukça özdeşleşirse, o ülkede özgün ve yaygın bilimsel çalışmalar bir takım halinde yapılamaz. Ancak, bilim çalışmaları bireysel olarak kalır ve bununda o topluma yayılması oldukça güçtür. Bilhassa, bilim tarihi boyunca İslam düşünce ve bilim katkılarının kendisini Müslüman olarak tarif eden bir toplumda bulunmaması o toplumun aydınlarının birçoğunun batı hayranlığı ile yoğrularak kimlik duygularının azalmasına sebep olur. Bunun öğrenci ve talebeler üzerindeki etkisi ise o toplumun gençlerinin kendi ülkesini beğenmeyip başka ülkelere hayranlık beslemesine sebep olur ki, bu da belki de on veya yüz yıllarca o toplumun sadece taklitçi, ezberci, mekanik bir eğitim sistemine sahip kalması sonucunu doğurur. Bu durumda bilimsel doğurganlık yerine aşağılık duygularının gelişerek gençler arasında yayılması sonucuna vardırır.
Ne yazık ki bazı aydınlarımızda bile özellikle İslam Medeniyetinin tarih boyunca bilgi üretimi ve bilimle iştigal etmediği düşüncesini doğurur. Halbuki, Eski Yunan’ın hayalci çıkarımlarına karşı deneyci ve maddi-manevi bütünleşme sonucu ortaya çıkardığı bilim temelleri ihmal edilir hale gelir. Bilimin temellerinden olan bilim felsefesi ve düz mantık, sadece hep Eski Yunan düşünürlerine bugün bile yeniden bilim ve teknoloji doğuşu (Rönesans) neden Eski Yunan, Roma ve Bizans Medeniyetlerinden sonra değil de İslam Medeniyetinden sonra Avrupa’da ortaya çıktığı sorusunun cevapsız bırakılmamasına yol açar. Halbuki bu üç medeniyet Avrupa’da hüküm sürmüş ve acaba birbirlerinden bilim ve teknoloji açılarından neden bütünleşememişler de İspanya’daki Endülüs İslam devletinden tetiklenerek bugünkü seviyesine ulaşabilmiştir? Neden intihaller, hırsızlıklar, aşırmalar ile Müslüman düşünür ve bilim adamlarının eserlerine kendi kültür adamlarına atamışlardır?
İşte böyle yaptıkları ve kendi kültür, örf ve adetlerine dışarıdan gelen bu bilgileri özümleterek Orta Çağ’daki kap karanlık durumlarından bugünkü ileri seviyeye ulaşmışlardır. Acaba bunu ağırlıklı olarak hangi medeniyete borçludurlar? Hemen cevap vereyim ağırlıklı olarak İslam medeniyetine borçludurlar (Bak Sarton, 1927; Sezgin, 2020; Saliba, 2002))
Özellikle son üç yüz yıldır, Türklerin genetik olarak diğer ülke insanlarından geri kalmaya mahkûm olduğu yolunda tevatürler bile dolaşmaktadır. Bunun cümlenin bilim dayanağı yoktur, çünkü son yıllardaki ülke içi teknolojik gelişmeler bunun böyle olmadığının birer delilleridir. Bu açıdan gelmiş geçmiş ilk medeniyetlerden başlayarak bunların bir zirveye ulaştıkları ve daha sonrasında gerilemeye başlayarak bilim ve teknolojinin başka medeniyetlere geçtiği bilinmektedir. Gelecekte de geçmiş incelemeler sonrasında benzer gidişlerin tekerrür edeceği sonucuna varılabilir.
Önemli olan aşağılık duygusuna kapılmadan kültür, örf ve adetlerin bilim ve teknoloji ile uyumlu olanlarının göz önünde tutarak yerli gelişmeler için yelken açmaya bakmalıdır. Yabancı bilim ve teknolojilerin alınması ama bunların yerli düşünce örgünlüğü ile pekiştirerek daha iyilerinin yapılmasına çalışılması yolu ile muasır medeniyetlerin bırakın seviyesine çıkmak onların önüne bile geçmek mümkündür. Özellikle Tanzimat Fermanı’nın yayınlanarak dışarıdan benliğimize uymayan birçok düşünce sistemlerinin benimsenerek taklitçi bir şekilde uygulanması sonucunda daha da geri kalınma yolu açılarak yabancı hayranlığı artmış ve onların kültür, din ve adetlerinden alınma birçok ilke ithal edilerek özellikle eğitim örgünlüğümüzün içine sokularak, bugüne kadar yerli ve öz kaynaklı maarif ve terbiye seviyelerine çıkılamamıştır. Maalesef, bu durum hali hazırda bile geçerliliğini korumaktadır.
Bir toplumun bilim ve teknoloji ile kaynaşması için düşünce felsefesi ve mantık kurallarına tabi olarak akılcı çıkarımlarla bilime yapay zeka tasarımları ile hem bilim hem de teknolojiye kavuşarak yenilikçi ve sürdürülebilir çalışmalar ile bilgi mutluluğuna ve verimliliğine kavuşmak mümkündür. Bugün bile maalesef eğitim kurumlarımızda mesela üniversitelerimizin özellikle mühendislik dallarında ne bilim felsefesi ne de mantık çıkarımları öğretilmeden sadece matematik ağırlıklı bir eğitim sürdürülmeye çalışılmaktadır. Bunun sonucunda akademik ünvanlıların sayısı artmakta ama bu unvanların aşılarak bilim adamlığı seviyesine ulaşmak oldukça zor olmaktadır. Halbuki, kime sorulursa sorulsun matematiğin temelinde mantık kuralları vardır diye cevap alınır.
Bu arada matematik kelimesi Yunanca “öğreniyorum”, “bilmek istiyorum” gibi anlamlara gelir. Halbuki, matematik denklem ve eşitlikler Batılıların algoritma dedikleri ve maalesef İslam ülkelerinin eğitimlerinin nerede ise tamamında bunun aslında Müslüman düşünür “El-Harezmi” olduğu akıllara getirilmez. Osmanlı zamanında Arapça’dan geçme olarak matematiğe “Riyaziye veya riyaziyat” denirdi, bununda Türkçesi “akıl cimnastiği yani sporu” demektir. Demek ki bir toplumun sağlıklı kalması için sadece beden cimnastiği değil ayrıca akıl cimnastiğine de ihtiyaç vardır.
Hâlbuki Japonya ve Rusya gibi, bilgi üretiminde, bilim ve teknolojide gelişmiş ülkeler, Batı’ya açılmaya bizimle aynı zamanlarda başlamalarına rağmen kendi kültür, örf ve adetlerini bırakmadan uygarlık düzeyi bakımından gelişmiş ülkeler arasındaki yerlerini almışlardır.
Orta Çağ’da Avrupa Hristiyanlık dini taassubun ve kilise hegemonyasının altında bataklığın içindeyken Türkler İslam dini ile barışık hâlde her türlü bilgi, bilim ve teknoloji nimetinden yararlanmışlardır. Sümerler ve Göktürkler, alet ve bilgi üretiminde Yunan ve başka bir milletin esaretine girmeyen Türkler üretken, bilgiye, teknolojiye ve bilime saygılı olup ondan yararlanmasalardı bağımsızlıklarını günümüze kadar sürdüremezlerdi.
Bugün, bilgi, bilim ve teknoloji üreten ülkelerin, bunlardan mahrum kalan ülkeleri hâkimiyetleri altında tuttuğu ve tutmaya çalıştığı apaçık görülmektedir. O hâlde, gelecekte de bağımsızlığımızın devamı için kültürümüz ve inançlarımızla barışık olarak bilime önem vermek zorundayız. Elbette bilim tek başına işe yaramaz. Bunun için Batı düşüncesine göre felsefe (maddi varlık ve Eski Yunan medeniyeti) esas alınarak mantığa gidilir, ancak İslam ülkelerinde hikmet (maddi ve maneviyatın mantık ile beraberce ve akıllıca özümsenmesi) ile bilim ve teknoloji yollarının ufuklarına uzanmak ve aynı zamanda eldeki bilgilerin daha da geliştirilerek yanal olarak da yeni ve faydalı bilgiler yumağına ulaşmaya çalışılmalıdır.
Zamanın ilim merkezi olan medreseler (kiliselerin ve derebeylerin aksine) dinî bilgilerin yanında felsefe, mantık, matematik ve astronomi konusunda verdiği derslerle bugünkü bilim insanlığı seviyesini bile aşmış bilginler yetiştirmiştir. Bunların başında cebir ilminin babası El-Harezmî 780-850?) gelir. Günümüzde Batılı bilim çevrelerinde onu adı sık sık geçiyor ancak biz öz kaynaklarımıza uzak olduğumuz için “algoritma” kelimesinin bu bilim insanının Latince adı olduğunu pek azımız biliyoruz. Daha sonraki zamanlarda ondalık kesir sistemini Gıyaseddin Cemşîd El-Kâşi (1380-1429) ortaya koymuştur. Bu düşünür bugün öğretilen ve dik üçken için geçerli olan Pisagor bağıntısını gelişigüzel açılı üçkenler için yüz yıllar önce geliştirmiş olmasına karşın bugün buna Batılılar “Kosinüs teoremi” adını takarak bizim gibi ülkelere de ihraç ederek toplumun kendi bilim tarihi kökenlerinde koparılmasına yol açmıştır. İlk defa El-Battani (858-929)’nin ortaya attığı sinüs ve kosinüs kavramları ile yine ilk defa Ebul Vefa (940-998) ‘nın dünya bilimine kazandırdığı tanjant, kotanjant, sekant ve kosekant gibi trigonometrik kavramların hepsi ilk trigonometri kitabını yazan Nasîreddin Tûsî (935-1020) tarafından toplanarak insanlığın hizmetine sunulmuştur.
El-Birûnî Dünya’nın hem Güneş’in etrafında hem de kendi ekseni etrafında döndüğünü Kopernik’ten yaklaşık 500 sene önce biliyordu. Kopernik buluşunu tek başına mı gerçekleştirmiştir? Aslında Kopernik hiç hesaplama yapmamıştır, böyle olduğunu sadece ihtihal olarak söylediğini Saliba (2002) kitabında ispatlamıştır. Avrupa toplumu da Hristiyanlığın bilime karşı yapıda olması ve toplum üzerinde baskı kurması yüzünden, Kopernik’in görüşüne yıllar sonra sahip çıkmış, kendisine mâl etmiş ve böylece özgüven kazanmıştır. Osmanlı’nın ilk zamanlarında, dönemin en büyük astronomları kabul edilen Ali Kuşçu ve Uluğ Bey Avrupalı’lardan yüzlerce sene önce bir yıllık süreyi çok hassas bir şekilde hesap edebiliyordu. Tüm bu bilgiler Müslümanlar ve Türkler sayesinde Avrupa’ya geçti. O dönemin bilgi ve teknolojisi, doğuda Müslüman Türkler, batıda Endülüs Devleti ve güneyde Sicilya adasındaki bilgili Müslüman Araplar aracılığıyla sefalet, bilgisizlik ve hurafeler içinde yüzen ve Kilise’nin baskısı altında ezilen Avrupalı’ların da dikkatini çekmiştir. Aslında birçok Avrupalı bilim tarihi yazarının dediği gibi Avrupa, Müslümanlar sayesinde bilgi, teknoloji ve bilimin ne olduğunu öğrenmiştir (Sarton, 1927; Morgan, 2007; Hill, 1974).
Bilimsel bilgi üretmek için kendi bilim tarihimizi çok iyi bilmemiz, hamaset değil geçmişteki köklerinden güç alan geleceğe yönelik çalışmalar yapmamız gereklidir.
Kaynaklar
- Ajram, K., (1992). The Miracle of Islamic Science. Primted b y Cedar Graphics Iowa 52406, USA, 200 sayfa.
- Hill, D., (1974). The Book of Knowledge of Ingeneous Mechanical Divices (Kitab Fi Ma’eifetAl-Hiyel Al-Handese .eidel Publishing Company, Dordrech, Holland.
- Morgan, M.H., (2007). Lost History The enduring legency of Muslim scientists, thinkers and artists. National Geographic Society, 301 sayfa.
- Saliba, G., (2002). Islamic Science and Making of the European Renaissance. The MIT Press,Cambridge, Massachusetts, London, 315 sayfa.
- Sarton, G., (1927). Introduction to the History of Science. Harvard University Press. Üç Cilt.
- Sezgin, F., (2020). İslam Düşüncesinin İlahi Tarafı. Diyanet İşleri Yayınları, 222 sayfa.
- Şen, Z., (2022). Unutulmuş Düşünce ve Bilim Güneşlerimiz.İstanbul Medipol Üniversitesi Yayınları, 2. Baskı, 315 sayfa.
Yazar: Zekâi Şen
İstanbul Medipol University, School of Engineering and Natural Sciences