NURETTİN TOPÇU VE MAARİF DAVAMIZ
“Millet ruhunu yapan maariftir. Maarifin düşmesi millet ruhunu yerlere serer. Maarife değer vermeyiş millet ruhunun yıkılışını hazırlar. Maarif hangi yönde yürürse millet ruhu da onun arkasından gider. Millet, maarif demektir.”
(Nurettin Topçu)
Mehmet Kaplan, Nurettin Topçu’yu Cumhuriyet dönemi Türkiyesi’nin kalbi ve ruhu olarak tanımlar. “Ben onda Yunus Emre’nin çağın felsefesi ile yoğrulmuş büyük bir temsilcisini buldum” ifadelerini kullanır.
2017’deki Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri’nde, Merhum Nurettin Topçu’ya Vefa” ödülü verilmişti. Ödül veriliş gerekçesinde şu ifadeler yer almaktadır:
“İnsanın var oluşunu sadece et, kemik, kan ve maddeden ibaret görmeyip ruhun derinliklerine inen, isyanın da bir ahlakı olduğunu ve bireyin toplumda bir ahlak nizamı çerçevesinde kendine yer edineceğini anlatan, bu millete Anadolu irfanının kıymetini ve düzen kurucu ahlakını kuşanmayı telkin eden, kadim İslam ve Türk tarihini, tasavvufu ve modern dönemdeki sosyolojik gerçekliği tahlil eden eserler” neşretti.
Topçu çok yönlü bir insandı. Felsefe onun ana branşı idi. Sanat, edebiyat ve sosyoloji gibi alanlarda çok sayıda eser bıraktı. Eserlerinden bazılarının isimlerini verelim:
“İsyan Ahlakı”, “Yarınki Türkiye”, “İslam ve İnsan”, “Ahlak Nizamı”, “Ahlak”, “Devlet ve Demokrasi”, “Mevlana ve Tasavvuf”, “Kültür ve Medeniyet”, “Büyük Fetih”
Nurettin Topçu Farkı
Topçu’yu memleketin eğitim meselelerine yönelik çözümler sunarken ülkenin problemlerine formül geliştirirken görüyoruz. O bu konuya kendisini adamış bir dava adamı oldu. Nurettin Topçu Batıyı da çok iyi tahlil eden, onların ahlaki krizlerini çok iyi değerlendiren bir filozoftu.
Onun Batıda yetişmiş aydınlardan bir farkı Batı hayranlığı ve kompleksi içine girmemesidir. Eğitimi kültür ve medeniyet ve hayat/uygulama meselesi olarak ele almasıdır.
Fransa’da (Strazburg) Lisans eğitimini tamamladıktan sonra doktora ve doktora sonrası çalışmalarını dünyaca ünlü Sorbon Üniversitesinde (Fransa) yaptı. Doktorasını birincilikle bitirdi. Birincilik ödülünü alırken, Topçu âdetin hilafına bir teklifte bulunur. Teklifi kabul edilir. Sorbon Üniversitesi kapısına gün boyunca Türk bayrağının asılmasını sağlar.
Doktora sonrası çalışmalarına Sorbon’da devam etti. Doçent adayı olarak ülkeye döndü. Ne var ki, üniversite ona kapılarını kapattı.
Öğretmenlik mesleğinde devam etmesi ona, topyekûn ilk ve orta öğretim müfredatı okul, dersler, talebe ve öğretmen üzerine problemler hakkında çözüm üretme imkânı verdi. Çünkü eğitim ve müfredat çıkmazlarını yaşayarak gördü.
Nurettin Topçu yaşasaydı, bugünkü milli eğitim uygulamaları hakkında ne söylerdi?
Nurettin Topçu, eğitime yüklediği anlam ve bakış açısını maarif, muallim ve mektep ve talebe terimleri üzerine bina etmektedir. Topçu, memleketin eğitim meselesini ilkokul, lise ve üniversite düzeyinde bir bütün olarak ele aldı; her dönem için okutulacak dersler ve uygulanacak eğitim faaliyetleri için farklı öneriler geliştirdi.
Eğitim Yerine Maarif
Topçu eğitim yerine “maarif”, öğretmen yerine de muallim kelimesini tercih eder. Topçu’nun bu tercihinde ne kadar haklı olduğunu Cemil Meriç’in şu ifadelerinden anlamak mümkün.
“Hoca öğretmen oldu, talebe öğrenci. Öğretmen ne demek? Ne soğuk, ne haysiyetsiz, ne çirkin kelime. Hoca Öğretmez, yetiştirir, aydınlatır, yaratır. Öğrenci ne demek? Talebe isteyendir; isteyen, arayan, susayan.”
Maarif, bilgiye irfan boyutu katan bir eğitim anlayışını ifade eder. Maarifin milli olması milletin kendi değerlerine ve köklerine dayanması ile mümkün olur. Topçu’nun şu sözlerine göz atalım:
“Millet ruhunu yapan maariftir. Maarifin düşmesi millet ruhunu yerlere serer. Maarife değer vermeyiş millet ruhunun yıkılışını hazırlar. Maarif hangi yönde yürürse millet ruhu da onun arkasından gider. Millet, maarif demektir.” (Topçu, 1997: 27).
Yine Cemil Meriç’in şu sözü meşhurdur: “Haçlıların en büyük zaferi tarih kitaplarımızdır” Ders kitapları vasıtasıyla kendi kendimizi küçümsüyor ve aşağılıyoruz. Bu, dünya yüzünde başka yerlerde görülmeyen bir olaydır.
Ülkede yapılacak en büyük ve en köklü icraatlardan biri tarih kitaplarını yeniden gözden geçirerek yanlışları düzeltmek olacaktır…
Üniversiteler tarih kongreleri ile ve çeşitli ilmi aktivitelerle resmî tarihteki yanlışları ortaya koyabilirdi. Sahasının uzmanı akademisyenlerden oluşan ekiplerin ilmi onayı ile gerçek tarih yeniden yazılabilirdi.
Bunca kurumumuz ve üniversitelerimiz var. Ne görüyoruz? Üniversite yerine meydana cesaretle bir kaç şahıs çıkıyor, tarihi gerçekleri belgeleri cesaretle ele alıyor. Üniversitenin yapması gereken işleri yapıyorlar; Bu durum, üniversitelerin bağımsız olmadığını göstermiyor mu?
Başta üniversiteler olmak üzere, ilgili kurumların tarih şuuruna bağlı şekilde kendimize has bir eğitim anlayışı için mücadele etmemesi büyük bir bahtsızlıktır. Bu görevlerin Nurettin Topçu gibi belli şahısların omuzunda kalması üzüntü vericidir. Eğitimin medeniyet ve irfan (maarif) meselesi halini gelmesi ile ancak insanımızı üretken hale getirebilir ve buluşçu bir millet halini alabiliriz. Hukuk düzeni yoluna girebilir, çarpık şehirleşme ve çarpık çevre anlayışı düzen tutabilir. Bilim ve teknikte, sanatta ve edebiyatta özgün eserler veremeyişimiz in sebebi budur. Bu bir var oluş meselesi, öncelikli milli meseledir. Dahası her sahada çaresizlik ve ümitsizlik sendromundan kurtulabiliriz; Batıya- dışarıya bağımlılık sona erebilir.
“Şüphesiz, ruhumuzun bütün bölümlerini işleyip değerlendirecek olan büyük bir maariftir. Maarif, yalnız mekteplerde okutmak ve okuyanlara bir takım bilgiler vermek değildir. O, bir milletin bütün halinde, düşünme ve yaratıcılık sahasında seferber edilmesidir. Başka bir deyimle maarif, bir cemiyetin düşünüş tarzının, kültürünün ve ideallerinin cihazlanmasıdır” (Topçu, 1997, s.78) demektedir.
“İlimden felsefeye, felsefeden sanata ve ahlâka ve nihayet dine yükselmemiz lâzımdır. Böyle adım adım yürüyüş, hasta, hem de şaşkın bir nesli Allah’a götüren yolda yeniden canlandırabilir. Bu iş bir maarif işidir ve bir neslin kurtuluşunu ancak maarifinin yükselmesinde aramak lâzımdır.” (Topçu, 1997: 26).
Eğitime Hayır, Maarife Evet
Eğitim ismi ile müsemma eğip bükmek halini almıştır. Acilen eğitim bırakılıp maarife geçilmelidir. Modern yüzyıldayız ve hâkim paradigma ve ideoloji eğitimdir. Eğitimin “eğmek” fiilinin emir-kökünden emir-komuta direktifiyle üretilmiş bir isim olduğuna dikkat edelim. İsmi ile müsemma insanları eğiterek önce eğip büküyorsun. Sonra da yerleşik paradigma ve ideolojiye köle haline getiriyorsunuz. Bunu da eğitimi benimsetme ve şartlanma kültürü haline getirerek yapıyorsunuz.
Malumata karşı eğer edilgin iseniz, sadece alıcı durumdaysanız, malumat sizi yiyip bitirecektir. İnsanları eğite eğite, “sağır, kör, dilsiz” yapabilirsiniz, bu olabilir. Eğitim eritim haline getirilebilir.
En değerli şey gibi en değersiz şey de bilgidir. Çünkü bilgi günümüzde en etkili algı ve aldatma vesilesi haline geldi. Bilgi kirliliği içinde faydalı olanı seçmeyi bilmiyorsanız, filtre edici bir zihne sahip değilseniz işiniz bitik demektir.
Diğer yandan eğer eğitim, malumata (bilginin en alt derecesi) ve sınava odaklanmışsa kullandığınız şartlanmaya dayalı öğrenme yöntemi değişime ayak uyduramayan nesiller yetiştirecektir. Çocuk ve gençleri gerçek hayattan da kopartacaktır.
Eğitim Bilgiye Odaklanır, Maarif ise İrfana
Dersler, hakikat, medeniyet ve kültür öğretisi olmaktan çıkarsa dünyevi sonuçları amaç haline gelir; sınavlar eğitimin yerini alır. Öğrenci diploma avcısı haline gelir. Sınav başarıcısı çocuk yetiştirmek eğitime bir numaralı gaye olur.
“Asrımızın, ihtisas asrı olduğu ve bütün ilim kollarında keşiflerin günden güne çoğaldığı su götürmez bir realite iken, ilkokulun dördüncü sınıfından lisenin son sınıfına kadar dersleri birbiri üzerine yığıyor ve her birini döne döne tekrar ediyoruz” (Topçu, 1997, s.87)
“Her telden biraz çalmak, pek sathî ansiklopedik bilgilere sâhip olmak insanı derin tefekküre ısındırmaz (Topçu, 1997, s.88).”
Verilen diplomalar o kadar içi boşaldı ve anlamsız hale geldi ki; hayat sahnesinde verilecek yeri tayin edemez oldu. Büyük büyük diplomalara sahip olduğu halde diploması ile “sürünenlerin” sayısı arttı. Küçük diplomalarla da yüksek mevkilere çıkanların sayısı arttı. Mektebin itibarı böylece sarsıldı.
En değerli gençlik enerjisi meslek öğrenmeye değil diploma almaya harcanmaktadır. Ucuz diploma ve diplomaların içinin boşalması ile ortaya çıkan adaletsizlik, mektebi gözlerde hem çok küçülttü, hem de cemiyet hayatıyla mektep arasındaki değerli bağlar zayıfladı. Hatta yok oldu.
Ne öğreteceğimizi ne kadar iyi belirlersek belirleyelim, üslubumuz ve öğretme metodumuz doğru belirlenmemişse hedefe varamayız. İyi üslupla iyi öğretim, fena üslupla fena öğretim yapılır. Üslûp, muhtevadan ayrılmayan cilt ve beden gibidir.
Bilgi ile Hakikat Ayrımı
Talebe ve muallimin, mektep ve derslerin misyon ve fonksiyonları iyi tarif edilmelidir.
Öncelikle bilgi ile ilim, ilim ile hakikat ayrımı yapılmalıdır. Bilgi ilme, ilim ise hakikate dönüşmüyorsa, orada ilimden irfana giden yol açılmayacaktır.
İlimler seni hakikate (bilimsel gerçeğe) götürmelidir. Her şeyin bir sureti var. Bir de hakikati vardır.
Bir yazıya baktığımızda dikkatimizi harflere ve kâğıda değil, harflerin birleşmesinden ortaya çıkan “manalara” yöneltiriz. Yazılmış bir mektup gibi düşündüğümüz varlığın manası, ilahi isimlerin yansıma ve tecellileridir ve “bilimsel gerçekler”, yani eşyanın hakikati Allah’ın “Hak” ismine işaret eder. Özellikle fen bilimlerinin kaynağı Allah’ın ‘Hâkim’ ve ‘Alîm’ isimleridir.
Cenab-ı Hak, Hak ismiyle varlıkları anlamlı kılmış ve hikmetli bir yaratılışla var etmiştir. İnsan akıl gücünün hikmet boyutuyla varlıklara baktığında, yaratılış amacını görebilir. Bu yüzden ilmi marifete taşıyan ışık Hak ismi olmaktadır.
Fıtratımız güzeli ve iyiyi bulmaya “ayarlı” bir şekilde yaratılmış. İnsan fıtraten hakkı arıyor.
Hz Ali’nin şu sözü, anlatmak istediğimizi özetler niteliktedir: “Ben eşyaya, varlığa baktığımda, ilk önce Hakkı, Hak Teala’yı sonra varlığı görmekteyim”
Tabiat, Kuran-ı kerim gibi okunmayı bekliyor. Dersler öğrenciye öncelikle tabiatı okumayı öğretmelidir. Tabiat bize iktisat, temizlik ve adalet, yardımlaşma merhamet ve şefkat gibi hakikatleri ders veriyor.
Kaynak: Prof. Dr. Osman Çakmak, Maarif Davamız kitabından…