AnalizSerbest Kürsü

Sınav Sisteminin Problemleri ve Çözüm Teklifleri

Dr. Mehmet Ali Gündoğdu*

TOEFL sınavında dünyada milyonlarca insanın yazdığı kompozisyonlar okunup notlandırılabiliyorsa bu Türkiye’deki sınavlar için de yapılabilir.

Tek tipleştirilmiş, sürekli altta cevabı verilmiş, yalnız beş şıktan birisini işaretleme işi öğrenciye bırakılmış bir sınav formatı öğrencinin yeteneğini ölçmekte yetersiz kalıyor. Belki bir yöne bakan zekasını ya da belli bir alandaki becerisini ölçüyor sadece. Özellikle de milyonlarca öğrenciyi bu tek tip ölçme kriteri ile değerlendirmek ve bütün eğitim sistemini buna kilitlemek ülkemizdeki nice farklı alanlara yönelmiş güzide kabiliyetlerin ölümüne sebep oluyor. Bu sistem öğrenciyi ya “sınav mağduru” ya da “sınav azmanı” haline getiriyor.

Çok yetenekli öğrenciler test tekniğine alışamadığı için ya da kabiliyeti başka alanlarda olduğu için mevcut sınav formatında başarısız oluyor. Özgüveni kayboluyor; kendini işe yaramaz ve geri zekalı gibi görmeye başlıyor. Ya da bu formata yatkın ve tekniğini bir şekilde kavramış öğrencilerde kendini herkesten üstün gösteren bir aşırı özgüven ya da her şeyi biliyor gibi büyük bir ihtiras oluşturuyor.

Bir dönem Türkiye birincisi olan ve ikinci bölümünü okumakta olan bir öğrencim vardı. Bir gün konuşurken “hocam sekizinci defa sınava girdim, geçen sene ilk iki yüze girmiştim bu sene ilk yüze girdim” dedi. “Niye giriyorsun ne gerek var buna” deyince, “hocam her sene bu sefer son diyorum, sonra kendimi durduramıyorum, yine giriyorum” demişti. Şunu anladım ki; öğrenci artık bu aşırı tatmin duygusunun müptelası olmuştu.

Boğaziçi Üniversitesi’nde bu aşırı tatmin duygusuyla kendisini adeta ilah gibi gören, çevresindekilere tepeden bakmaya alışan nice öğrenciler gördüm. Sonuçta bu öğrenciler milyonlarca gencin girdiği bir sınavda yüzde bire girmişler ve mevcut çarpık eğitim sistemi sayesinde kendilerini her bakımdan diğerlerinden üstün görme hakkına sahip olmuşlardı. Yetenekleri ne olursa olsun bu özgüvenleri bile onları uçuracak ve ülkenin semasında birer yıldız gibi parlamalarına sebep olacaktı.

Eğitim sistemimizin kanayan yarası olarak gördüğümüz bu sınav formatını ne kadar eleştirsek de bazı bakımlardan hakkını vermemiz gerekir. Özellikle son yıllarda geliştirilen 4. nesil sorularla test tekniğinde zirveye ulaşıldı diyebiliriz.

Üniversitede her sene başında yeni kazanan öğrencilerin aldıkları puanlara göre sıralaması önüme gelir. Derslere girdiğimde bu puan farkını ister istemez göz önünde bulundururum. Birkaç dönem sonunda vardığım netice şu olur ki; üniversite sınavı öğrencileri belli bir zeka seviyesine göre gerçekten oldukça iyi derecede sıralamaya sokmuştur. 40 kişilik bir sınıfta birkaç istisna dışında derse en iyi muhatap olan, yorum yapabilen, yazı yazabilen ve sınavlarda yüksek puan alanlar genelde bu sıranın üstünde olanlardan çıkar. Bu sonuçta muhakkak ki, yüksek puan almış olmanın verdiği özgüven ve yine aynı sebeple hocaların kendilerine daha çok ilgi duymalarının payı olsa da; üniversite sınavının belli bir zeka seviyesini oldukça iyi ölçtüğü de yadsınamaz.

Dolayısıyla aslında sorun üniversite sınavının seçtiği öğrencilerin bir açıdan bu yeri hak etmedikleri değildir. Çünkü üniversitede hoca olan herkes bilir ki, bu sınavda yüksek puan alanın diğerlerinden ayırt edici özellikleri vardır. Birkaç istisna dışında da bu seviye çok değişmez.

Asıl sorun üniversitelerin daha çok teorik sayısal ve sosyal bilim eğitimi veren fakültelerinin ihtiyacını karşılayacak bir avuç öğrencisini bulma amacıyla bu öğrencilerin arkasında ya sınav sebebiyle mağdur olan ya da düşe kalka bir şekilde mezun olup hiçbir işe yaramayacak olan ve kabiliyeti daha çok uygulama, meslek, sanat, ticaret vs. gibi alanlarda bulunan milyonlarca öğrencinin heba edilmesidir.

Ayrıca yüksek eğitimin arkasındaki bütün bir eğitim sisteminin bu bir avuç öğrencinin seçilmesini sağlayacak bir sınava göre korkunç bir katliama tabi tutulmasıdır. Üniversite tek tip sınavını kazanabilmek için öğrencinin son iki sene hep bu test tekniğine çalışması gerekir. Bu yetmedi, hazırlık süreci lise 1’den başlar. Bu yetmedi, LGS sınavında yüksek puan almış olması gerekir. Bu da yetmedi, ortaokulda hep test çözmesi gerekir. Bu da yetmedi, çocuğun ilkokuldan bu tekniğe alıştırılması gerekir. Dolayısıyla ilkokuldan itibaren başlayarak bütün eğitim sistemi bütün diğer amaçları kenarda bırakarak üniversite sınavını kazanmak için gereken ve üretkenliği öldüren bu test tekniğini talim etmek üzere bina edilmiştir.

Bu amaca hizmet eden her şey çok değerlidir. Bu amaca uzak olan her şey değersizdir. Siz istediğiniz kadar bir çocuğun ve gencin uzun vadede hayatını daha kâmil, daha mükemmel, daha ahlaklı, daha parlak, daha tecrübeli, daha üretken, daha bilinçli yaşayabilmesi için nelere ihtiyacı olduğunu düşünekoyun ve eğitim sistemini mükemmelleştirebilmek ve geleceğin insanını yetiştirebilmek için projeler hazırlayın bunların hiçbir kıymet-i harbiyesi olmaz.

Bu çarpık sistemi değiştirebilmenin iki yolu vardır:

Birinci yol; sınavın önemini azaltmak, eğitim sistemini kendi arkasında toplayan tek büyük piramidi kaldırıp küçük küçük pek çok piramit oluşturmak, bunların her birisini kendi özel şartlarına göre dizayn etmek ve her birisine uygun zirveler oluşturmak ve öğrencileri bu hedeflere doğru çalışmaya kamçılamaktır. 1.si, üniversite teorik bilimler piramidi; 2.si, üniversitenin tamamen dışında teknik meslek piramidi; 3.sü, ticaret ekonomi finans piramidi; 4.sü, sanat ve kültür piramidi; 5.si, siyaset ve idareci enderun piramidi vs. olabilir.
Sınav, rekabet, yarış; insanları daha çok çalışmaya sevk eden hayatın ayrılmaz bir parçasıdır. Dolayısıyla hangi alanda olursa olsun daha iyinin seçilmesi, öne çıkartılması esastır. Ancak eğitim sisteminin yüzde doksanını mağdur edip yüzde onuna aşırı özgüven yükleyen bir sınav-seçme sistemi kabul edilebilir değildir.
İkinci yol; sınavların içeriğini tek tip olmaktan çıkarmak ve üretkenliği teşvik eden bir formata sokmaktır. Bu da test tekniğinin dışında başka formüllerin bulunmasını gerektirir. Maalesef yabancıların düzenlediği sınavlar bizden çok daha fazla ayırt edici, yönlendirici ve üretkenliği teşvik edicidir.

Örneğin TOEFL ve Proficiency sınavları içerdiği farklı bölümlerle tek tip olmaktan çok uzaktır. Proficiency sınavında iki farklı kompozisyon yazdırılır. Birincisi, belli bir konu dahilinde öğrencinin özgün bir yazı kaleme alması beklenir. Giriş bölümünde konuyu tanıtsın, sonra alt başlıklarla konuyu geliştirsin ve örneklendirsin ve sonuç bölümünde de bulgularını ortaya koysun. İkincisi grafik yorumunu içeren bir kompozisyon yazdırılır. Örneğin, Türkiye’de yüksek tahsil yapma oranının yıllara göre değişimi verilir. Öğrencinin öncelikle grafikte görüleni anlatması, sonra da yıllara göre değişimin sebeplerini anlatan siyasi, sosyal üretken yorumlar yapması beklenir. Sonuçta ise, bulgulara temas etmesi istenir.

Dinleme, konuşma, okuma bölümleri tamamen farklı içeriklere sahiptir. Örneğin “note-taking” bölümünde öğrencilere önce boş kağıtlar dağıtılır, uzun bilimsel bir makale dinletilir, öğrenciden önemli yerleri not alması ve detayları fark etmesi beklenir. Okuma bittikten sonra sorular dağıtılır. Konuyu anlayan ve detayları yakalayabilenler cevaplar. Bilimsel videolar izletilir, bilimsel okuma parçaları okutulur ve arkasından sorular sorulur. Örneğin “scanning” bölümünde verilen uzun bir metni öğrencinin detaylı okuması istenmez, hızla taraması ve önemli yerleri fark etmesi beklenir. Ama bir diğer “reading” bölümünde metni çok dikkatli okumak gerekecektir. Bir sınavın tamamen farklı yetenekleri ölçen okuma, dinleme, yazma ve konuşma içeren 7-8 bölümü vardır.

TOEFL sınavında dünyada milyonlarca insanın yazdığı kompozisyonlar okunup notlandırılabiliyorsa bu Türkiye’deki sınavlar için de yapılabilir.
Tek tip bir sınav üzerinden kontrol edilmeyen ve dizayn edilmeyen bir eğitim sisteminde, ilkokul istendiği gibi karakter, değer ve kimlik kazandırma işlevine sahip olabilecektir. Orta eğitim ise öğrencinin hangi alanda kabiliyetinin olduğunun ortaya çıkartılması için öğretmenler tarafından adeta kabiliyet avcılığına dönüştürülecek ve öğrencilerin yeteneklerinin bulunduğu alanda üretkenliği teşvik edilecektir. Yüksek eğitim ise daha önceden kabiliyeti ortaya çıkartılmış ve çekirdekten hem teorik bilgilerle hem de uygulamalarla geliştirilmeye başlanmış bir sürecin kemale ulaştırılması olacaktır. Böyle bir eğitim sisteminde zaten eğitim tamamlandığında öğrenci mesleğinde belli merhaleleri rehber öğretmenler eşliğinde küçük yaşta tamamlamış ve sahaya pek çok şey katabilmeye, üretmeye hazır hale gelmiş olacaktır. Böylece belki, üniversiteden mezun olup hayata atıldığında; kendi sahasında aslında hiçbir şeyi hakiki olarak bilmediğini, öğrenmediğini, üretemeyeceğini ve hatta güya son merhalesine geldiği bu sahanın kendisine hiç uygun olmadığını anlayan gençler ülkesi olmaktan çıkabiliriz inşallah.

*Yazar hakkında bilgi için; https://itbf.istinye.edu.tr/tr/kadro/123

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu